Bir “marka var” olabilmek için şüphesiz ki “başarılı bir dağıtım ağına” ve “etkili bir reklam iletişimine” ihtiyaç duyuyor..
İskoçyalı efsane reklamcı “David Ogilvy”nin dediği gibi aslında,
“Ürünler fabrikalarda, markalar zihinlerimizde üretiliyor”…
Süregelen yaşamımız içinde kullandığımız her ürünü, aldığımız her hizmeti tüketirken, işin özünde yaşadığımız duygu ve deneyimlerimizi depoluyoruz. Tüm bu çağrışımlar, izler, görsel kayıtlar, kendi özel deneyimlerimizle birleşiyor ve bu şekilde hafızalarımıza kayıt ediliyor. Bir marka hafızamızda ne kadar fazla yer kaplıyorsa; işte o kadar güçlü bir marka algısına sahip oluyor.
90’ların başlarından itibaren tüm şirketlerin odağı haline gelen “pazarlama” işte bu bağlamda en büyük rollerden birini oynuyor. Yönetimi eskiden sadece pazarlama bölümlerine bırakılan, tanıtım ve satış ağırlıklı düşünülen pazarlama kararları, şimdilerde rekabet ortamı arttıkça, stratejisini CEO katına taşımayı başarıyor. Bu olumlu gelişme beraberinde “marka olgusu”nun oluşmasını ve geçmişte “ürün ve hizmetlerin ismi” olarak anılan “marka kavramının” günümüzde kurumun “var oluş nedenini, misyonu ve felsefesini” yansıtan bir kabuğa soyunmasını sağlıyor.
“Pazarlama” kavramının özünde “paylaşma iletişimi” olduğunu kabul edersek; hızla büyüyen bu dijital dünyada, artık tüketicinin, neden “aldığı ürün veya hizmetten daha çok, üretim veya sunum aşamalarındaki koşullar ile ilgilendiğini” kolaylıkla anlayabiliriz.
Çünkü dijital çağda hiçbir şey kapılar arkasında kalamıyor. Sosyal medyanın rakipsiz gücü sayesinde, dünya markaları bile, bazen ürünlerine harcadıkları bütçenin daha fazlasını, üretim alanlarında çalıştırdıkları işçilerin ortam koşullarını iyileştirmeye veya bunlara karşı açılan olumsuz kampanyaları savunmaya harcıyor…
Aynı durum hizmet sektöründe de gün geçtikçe kuvvetli bir etken haline geldi.
Artık sosyal medyada lüks otellerin sunduğu hizmet reklamları yerine bazen “çalışma veya üretim koşullarını” sorgulayan forumlar ya da benzer imza kampanyaları ile karşılaşıyoruz. İnsanlar bedel ödedikleri markaların sadece hizmet sundukları kesimlere değil, aynı zamanda çalışanlarına, partnerlerine, çevreye ve topluma davranış şeklinin de hesabını soruyor.
Bu noktada, “paylaşım iletişimi”ni iyi yönetmek ve bu aracı lehine çevirmek konusunda mutlaka donanımlı ekiplerle çalışmak veya uzman desteği almak gerekiyor. Bu nedenledir ki son günlerde kurumsal itibar kavramı her alanda gündemi meşgul ediyor.
Güneşin tüm cazibesi ile parladığı ve sezon hazırlıklarının tamamlandığı bu hareketli günlerde, rakiplerinden öne çıkmak ve kalitesini sürdürebilir kılmak adına, hizmetlerini gün geçtikçe geliştiren ve son trend eğlence konseptleri ile çıtayı yükselten turizm sektörünün de tüm hizmet aşamalarında “kurumsal itibar” kavramını göz ardı etmemesi gerekiyor.
Türk turizmi için en büyük sloganımız haline gelen “sürdürülebilir kalite” anlayışının, istenen noktaya gelebilmesi için, büyük ve küçük ölçekli tüm turizm paydaşlarının, markalarına değer katacak bir strateji ile hareket etmesi ve zihinlerde kapladığı yeri, insanlar üzerindeki marka algısını iyi ölçümleyip, buna göre bir pazarlama planı ile aksiyon alması öncelikli koşul haline geliyor.
Dijital alanların geri bildirimleri, özellikle eleştirileri neredeyse hiç kaçırmadığı bu şeffaf platformda, en tepeden en alt kademeye kadar markayı var eden tüm birimlerin aynı tutarlılık ve anlayışla çalıştığı daha nice örnek markalar görmek dileği ile…
SEDA BAYBURTLU
MARKA & STRATEJİK PAZARLAMA UZMANI